29 Ekim 2010 Cuma

Beşiktaş vs. Mersin İYD



Sıkıcı bir maç, ağır bir zemin. Aklımda kalanlar:
Erman Toroğlu'nun "Yalnız, Guti'de bugün baya iyi paslar verdi" sözü. Sanki Beşiktaş Marcelo Carrusca'yı transfer etmiş de böyle paslar vermesine şaşırmış gibi.
Bir de uzatmalarda gelen golden sonra tribünlerden yükselen "böyle şaka mı olur!" tezahüratı.
Golden sonra Guti'nin yüzünde oluşan çok şükür ifadesi

27 Ekim 2010 Çarşamba

Ahtapot Paul'ün Vefatı


Sabah gazetesinin BBC referasnıyla verdiği habere göre dünya kupasının en sansasyonel ismi Paul vefat etmiş.
Ne diyelim, Allah çoluk çocuğuna uzun ömür versin...

24 Ekim 2010 Pazar

Fenerbahçe 0 - 0 Galatasaray : Maçın Adamı Tugay Kerimoğlu



Her şeyin başına Tugay'ı yazalım bu maç için. Takımda kimin formda olduğunu, bu takımın Kadıköy'de ne oynayabileceğini o çözmüş muhakkak. 2 idmanla Hagi'nin taktik anlamda birşeyler ortaya koyması çok zor. Adnan Polat yaptığı onlarca yanlışa rağmen Tugay'ı yetiştirmeye çalışarak net biçimde üzerinde durması ender doğrulardan biri, hatta birincisi.
Tugay belli ki iyi hoca olacak, umarım Hagi'yle takışmazlar ve pasifize edilmez, ve gereğinden daha önce Galatasaray A takımının başına geçmez diyelim ve maça geçelim.
Maç başlar başlamaz Aykut'un maçı kaybetmekten daha çok korktuğu ortaya çıktı. GS'ın kadrosu açık açık kontraatak oynayacağım diye bağırıyordu ama Aykut'un da önce eşeği bi sağlam kazığa bağlayalım yaklaşımı ilginçti.
Geçen sene FB'nin Sami Yen'de ortaya koyduğu oyuna benzer bir oyun oynadı Galatasaray. Amaç önde FB'ye rahat oyun kurdurmayacak mücadeleci bir orta saha dizilimiyle top kazanmak, sonrasında da nispeten yetenekli (Misimovic-Pino-Elano) ile uzaktan şutla veya bir ara topla gol bulmaya çalışmak. Maçın başında da Pino 3 defa şans buldu ancak Aykut bu konuya önlem almakta gecikmedi ve Yobo'nun Pino'ya yaklaşmasıyla Pino'nun etkinliği son buldu. Buradaki şanssızlığımız FB'nin kalesinde bir Leo Franco olmayışıydı. Volkan'ın üstün performansıyla ilk yarı golsüz sona erdi. İlk yarı çok da başka bir olay yoktu. Yüksek mücadele, FB'nin oynayacak alan bulamamsı ve duran toplara bel bağlaması vardı. Galatasaray'ın istatistiksel olarak kaleyi bulan bir dolu şutu vardı ancak bunların ceza alanı içinden olanı bir taneydi sanırım.
İkinci yarıya istediğini elde etmiş ve aynı oyunu devam ettirmeye çalışan bir GS ve gerekli uyarıları aldığı belli oyunu kanatlara yayıp, özellikle H.Balta'nın üzerinden Dia'yı kullanarak gelmeye çalışan FB vardı. Niang'ın da sırtına 2-3 Galatasaraylıyı alarak yarattığı pozisyonlar tehlikeli oluyordu. Neill tecrübesi ile Niang'a karşı olan fizik eksikliğini kapatmasını bildi, yeri geldi sertliğe başvurdu ama öyle ya da böyle Niang gibi bir oyuncuynun gol üretmesine engel oldu. Etkisiz kılmak zaten imkansız. İkinci yarının ilk 15-20 dakikası Galatasaray kalecisinin ciddi bir kurtarışı olmamasına rağmen -kıçına çarpıp kalan topu saymazsak- Fenerbahçenin yüklenmeye çalışmasıyla geçtii. Gol pozisyonu ise ancak Niang'ın ve Stoch'un 2 tane bireysel olarak karşısındaki oyunculara üstünlük kurmasıyle bulundu ki o kadar pozisyon vermek de gayet normal.
Buna orta sahayı yeni oyuncularla dengeleyerek cevap verdi Tugay-Hagi ikilisi. Geçen hafta olduğu gibi Serkan Kurtuluş'u geriye çekip Sabri'yi öne atmaları bence yegane hatalarıydı -ki Stoch'la ciddi bir akın geldi ordan-. Neden Sabri bek olmalı? çünkü Serkan'dan daha çevik, daha hızlı döner, daha inatçıdır, çalım yer yine dikilir adamın karşısına. Neden Serkan ileride oynamalı? Çünkü uzun pas, ara pas yeteneği Sabri'den fazla, bakarak ve isabetli orta yapıyor, mental olarak daha üst düzey bir futbolcu. Bundan sonra umarım bir kez olsun ters çevirirler bu döngüyü.
Galatasary'ın galibiyeti daha çok hakettiği yanılsaması var. Kaleye uzaktan çekilen bir kaç isabetli şut olması bunu düşündürtüyor olabilir ancak Volkan'ın koruduğu bir kaleye, uzaktan vuracağınız bu kadar belli olarak şut çekip gol atabilmeniz için ya birine çarpması gerek ya da Hagivari bir şut çekebilmeniz. Evet o şutlardan biri gol olabilirdi ancak maçın herhangi bir anında biz FB'yi yeneriz diye düşünmedim, sadece yenilmeyiz diye bir düşüncem oldu dakikalar geçtikçe.
Sonuçta Aykut'un böyle bir Galatasaray'a yenilmesi çok daha acı olurdu o yüzden FB'de sağlamcı oynadı ve iki tarafta birer tane ciddi pozisyon verdi. Gerisi zorlama pozisyonlar. İstatistik tablosuna bakarsak GS üstün grünecektir ancak saha içindeki futbol böyle söylemiyor.
Klasik kan değişikliği ve takımın yeni gelen hocaya kendini beğendirmeye çalışması sonucu başarılı sayılabilecek bir Galatasaray.
En azından bir beraberlikle Kadıköy'de şeytanın bacağını kırdık, adım adım yükselmek lazım, galip gelsek vurgun yiyebilirdik, sezonun başarısı olurdu herhalde. Yi,ne de 1 puana futbolcuların bu kadar sevinmesi biraz anlamsız, evet bu futbolla FB yi durdurduk ancak haftaya Antalyaspor bize bu futbolu oynarken biz nasıl aşacağız onları asıl sorulması gereken soru olarak karşımıza çıkıyor.
Cevabını bir hafta bekleyip göreceğiz.

Derbi

Psikolojik olarak mağlubiyeti yazıyoruz kenara, 10 senedir puan alamamışız berabere kalsak sevinecez yani, yenilsek alıştık diyecez, yenersek bal-börek ama o da zor be!
Kısmet diyelim, futbol sonuçta. Olur da yenersek bir kaç günlük burukluğun üztüne iyi gider, affetmeyiz yönetimi ama iyi gider.
Kadro seçimi ilginç bu arada, forvetsiz oynamak iyi de olabilir kötü de, eğer ileride top tutup oyunu rahatlatma gibi bir düşüncemiz yoksa, yani Ankaragücü'nün bize oynadığını oynayacaksak sıkıntı yok, ancak FB'yi böyle yenebilmemiz oldukça güç. İmkansız da değil, denemek mantıksız da değil o ayrı.
M.Batdal'ın sahada olup ileride top tutmamızı ve muhtemel uzun toplarımız indirecek olmasını tercih ederdim şahsen Pino'yla oynamaya ama dedik ya futbol bu, tutar mı tutar. Tutmazsa 11 oldu deyiveririz.

23 Ekim 2010 Cumartesi

Yemezler!



İkinci Terim döneminde de hocaya toz pembe bir tablo çizilerek, her zaman arkasında durulacağı imajıyle imza attırılmış sonra da hocanın transfer listesinin en sonundaki isim Cesar Prates transfer edilmişti. Kadronun geri kalanı ise, ya kariyerinin çok başında olan yetersiz ama umut vaat eden (vaat ettiği düşünülen) ya kariyerinde gerekli sıçramayı yapamamış olan ya da kariyerinin sonundaki oyunculardan oluşuyordu (Berkant, Frank De Boer, Orhan Ak, Fabi Pinto vs.).
Mevcut ekonomik durumdan ötürü Fatih Terim ile anlaşma yapılmış böylece hem Terim'in yeteneklerine güvenerek böyle kötü bir kadrodan başarı üretmesi umulmuş, şapkadan tavşan çıkmaz ise taraftarın Terim sevgisi ile tepki göstermeyeceği düşünülmüştür.
Nitekim uzunca bir süre ses çıkarmayan taraftar kötü sonuçlara çok büyük bir tepki göstermese de homurdanmaya başlamıştı. Bunun üzerine Özhan Canaydın Terim'in arkasında durmamış istifasını kabul etmişti. Bu arada Terim'in ilk döneminde de Gençlerbirliği maçından sonra istifa ettiğini dönemin başkanı Faruk Süren'in bu istifayı kabul etmeyip 4 yıl üstüste gelen şampiyonluklar ve UEFA kupasının temelini attığını hatırlatmakta fayda görüyorum.
Terim'e bu muamelenin reva görülmesinden rahatsız olan GS taraftarının tepkisini azaltacak veya sıfıra indirecek bir efsane isme ihtiyaç vardı ve takımın başına Hagi getirildi.
Teknik direktörlük kariyeri Romanya milli takımı ve Bursaspordaki kısa ve başarısız denemelerden oluşan Hagi'nin takımın başına getirilmesinin arkasındaki neden doğal olarak teknik direktörlük kariyeri değil tribünler tarafından yönetime siper olabilecek kadar çok sevilmesiydi.

O da siper görevini başarıyle yerine getirip muhtemel şampiyonluğu, yönetimin basiretsizliği (5-1 lik FB maçından sonraki rehaveti savuşturamaması ve Gençlerbirliği maçı öncesi özel tedbirler,prim vs. özel hiçbir uygulama yapmaması, daha açık bir ifadeyle 3-5 kuruş için 100 kuruşu piç etmesi) sebebiyle yitirince Gerets geldi ve az da olsa Hagi'nin de bir önceki sezon olan katkısıyla 2006 yılındaki efsane şampiyonluk geldi.

Tabi bu arada belli aralıklarla büyük camialardaki oyuncuların başarısılıkların ardından kenetlenmeleriyle top oynamaya başlamaları da ilgi çekici ve başka bir yazının konusu.
Yıllardır süren ve bitmek bilmeyen ekonomik çöküntü sebebiyle Gerets'in de ömrü Adnan Sezgin mucizesi olan Inamotolarla, Carruscalarla tükenip bitince yeniden değişiklik vs.
Aynı mantık Skibbe sonrası Bülent Korkmaz'ın getirilmesinde de işledi ve geldik bugüne. Senaryo yine aynı, bu hafta homurdanmalar olsa da tribünlerin büyük bir çoğunluğunun sevdiği, sistem kurması için sabırlı davrandığı, bir bildiği vardır muhakkak dediği bir hocaydı Rijkaard. Muhtemelen o da imzayı atmadan önce müthiş vaadlerle kandırıldı, sitemini kur dendi ama Servet'in karşısında maymuna çevirildi. En sevdiği adam Haldun Üstünel uzaklaştırıldı ve bu ortamda ondan başarı beklendi.

Gelmedi tabii...

Taraftar tarafından bir sonraki gönderilecek listesinin tepesinde olduğunun farkında olan yönetim yine kendine siper olabilecek bir adayın peşine düştü önce Terim dediler, Terim aynı hataya düşmemek için reddetti, arkasından Hagi dediler. Yine bizi sırtmızdan vurdular.
Çünkü bugün 20-35 yaş arası her Galatasaraylının kutsalı Hagi. Yanındaki Tugay'ı da unutmamak lazım. Ve kendilerini, kurtarmak adına Hagi isminin efsane olarak kalmasına müsaade etmediler.

Ama Adnanlar ve taifası biz bu filmi izledik ve beğenmedik, bir daha gösterime sokmayın artık
YEMEZLER!!!

21 Ekim 2010 Perşembe

Sen de Git !


Sen de git ki bu musibetten az da olsa bir hayır görelim. Giderken yanına Servet'i almayı da unutma.
Ulan yeni gelen hoca geldiği yani en kuvvetli olduğu anda şu kelleleri alsa bari, madem Rijkaard gitti bunlar da gitsinden haysiyetsizler tarafına kayan terazi azıcık düzelsin.
Gerçi Hürriyet'in haberine göre sportif direktörlükten alınmış ama başkan danışmanlığına getirilmiş bu sefer. Bari Rijkaard'ı da sportif direktör yapsaydınız.
Daha çok post yayınlayacağız gibi duruyor bu ara.
Hikmet Karaman kim ya! Sizin 1,5 sezonluk yarım vizyonunuza tüküreyim.
Liseci oluşuma bir daha laf söylersem iki olsun...

Yolun Açık Olsun Güzel İnsan



footballove blogun çağrısı var, istanbulda olanlar için önemli olduğunu düşünüyorum. İşin "Olur ya bir gün şartlar düzelir ülkemizde, vizyonumuz gerçekten gelişir, o zaman tekrar teklif götürecek yüzümüz olsun" ksımından ziyade bu güzel insanı layık olduğu şekilde uğurlayalım. Uyum sağlanamamış olması ne O'nun kalitesini gölgelemeli ne de bizim O'na olan saygımızı. En azından aklı başında Galatasaray'lıların ne düşündüğü üzerine bir fikri olsun.

19 Ekim 2010 Salı

Delikanlı Olun



Nihai bir karar oluşmamakla beraber bazı kararlara varıldı. Ama bu kararları şu an için açıklayacak durumda değiliz. Bunları hafta içerisinde kısım kısım göreceksiniz. Zaten zamanı geldiğinde tüm bunları sizinle paylaşmış olacağız. Dün akşam da dediğim gibi futbolla ilgili ne varsa hepsi bu akşam konuşuldu. Ve hepsine ilişkin kararlar alındı

Ulan delikanlı gibi desenize, Rijkaard'ı gönderme kararı aldık ama yeni hocayla henüz anlaşamadığımızdan açıklayamıyoruz diye. Daha fazla rezillik yaratmayın da göndercekseniz bir an evvel açıklayın, FB maçını beklemeyin. Tabii gelecek olanın kıçı yemiyodur belki Kadıköy deplasmanı öncesi gelip mağlubiyetle sezona başlamayı ama bari Rijkaard'a daha fazla ayıp etmeyin be!

18 Ekim 2010 Pazartesi

Suçlu Ayağa Kalk! Frank sen otur...



Çok şey söylemek istiyorum ama nereden başlasam bilemiyorum.

Adnan Polat şaşırtıcı biçimde Kalli'yi getirdiğinde bu virüsün temizleneceğini düşünmüştük. Önce Ümit'e ayar verdi git kafanı topla gel diye, sonra Necati'ye kapıyı gösterdi, arkasından Sabri'yi kadro dışı bıraktı. Hani şu Lincoln'ün kaptanlığını kabullenemediğini ifade edince Florya'nın 5 kapısı işaret edilen Sabri.

Çok kızdık değil mi o adama? Hangimiz "Ne olmuş kuzeniyle oturmuşsa Lincoln" ya da "Hakan Şükür kızıyla uyumuş ne var yani, hatun mu atmış kampa" diye yakınmadık BJK maçının kadrosuna alınmadıklarında. Kaçımız hak verdi Kalli'ye? Bu nasıl disiplin? Futbolcu kampı mı, toplama kampı mı diyenler olmadı mı?
Peki Kalli'ni gidişiyle gelen şampiyonlukla sarhoş olmadık mı? Hangimiz dedik yapılan yanlıştı diye? Hangimiz Cevat Hoca sen çok yaşa demedi, ya da iyi ki gittin Kalli?
Yani demem o ki BİZ suçluyuz

Sonra yapılan kulisler, futbolcuların bu disipline baş kaldırması ve Adnan Polat'ın futbolcuların hatırı için, Galatasaray'ın bugünlerinin tohumlarını o zaman ekmesi. Bir şampiyonluk uğruna futbolculara GÜÇ SİZDE mesajı verilmedi mi? Siz isterseniz giderler, oynarsanız kalırlar denmedi mi? Hatta bu görüntülerden haberdar olan teknik direktörlere de bir mesaj sayılmaz mı bu? Önemli futbolcularla uğraşmayın, onları oynatın fazla ilişmeyin diye.
Yani ADNAN POLAT suçlu.

Şimdi mikrofon görünce bülbül kesilen Servet, o dönemde ön libero oynayıp Galatasaray rezil olduğunda ağzını açıp bir şey dedi mi peki? Doğru ya Kalli keşke 11 Servet'im olsa demişti. Ya da Kalli'nin disiplininden bunalanlar Skibbe ipleri gevşek bıraktığında hemen götü göbeği salmadı mı? Sahada 60dk koşunca dilleri dışarı çıkmadı mı? Profesyonel futbolcu olmanın ne demek olduğunu unutmadılar mı başı boş kalınca. Sonra tepki kendilerine dönmeye başladığında bu sefer de Skibbe'nin başını yemediler mi? Skibbe'nin yerine göz koyanlarla birlik olmadılar mı? Lincoln'ün beşte biri kadar yeteneğe sahip olmayanlar Galatasaray'ı aşağıya çekme pahasına, aldığı maaş üzerinden adama sırt çevirmedi mi? Zamanında GÜÇ BİZDE ARTIK diye naralar atanlar şimdi de aynı senaryoyu Rijkaard üzerinden oynamaya çalışmıyorlar mı? Baros, Kewell yürekten oynayıp tribünlerin sevgilisi olunca sahada her kavgada onları yalnız bırakmadılar mı. Caner'e, Serdar Özkan'a topu yuvarlayıp, Dos Santos'a Pino'ya gelince pas vermiycem diye top kaptırıp gol yememize sebep olmadılar mı?
Yani FUTBOLCULAR (önemli bir kısmı) suçlu.

Frank Rijkaard geldiği günden beri Galatasaray'ın atılım yapacağı korkusuyla uykusu kaçan medya mensupları, nasıl geçirdikçiler vs. daha adam tökezlemeden, yok idmanı uzaktan izliyor, yok B planı yok, yok daha önemli bir rakiple oynamadı GS diye bel altı vurmaya başlamadılarmı ilk haftadan. Yukarıda da bahsettim, Kalli'ye despot diyenler de bunlardı, maç öncesi kamp olmaz olur mu hiç diyenler de. Skibbe'ye karizmasız diyen de bunlar, Rijkaard'ı yumuşak bulan da. Galatasaray'dayken Emre'ye katil diyenler de bunlar, kolu yiyince terbiyesiz diyenler de bunlar, Fenerbahçe'ye transfer olduğunda Türkiye'nin en iyi orta sahası olduğunu iddia edenler de. Aynı amaçla taraftara kaptanını hedef gösterip bel altından vurmalarına sebep olanlar da bunlar. Türk halkının milli duygularını futbol üzerinden sömürüp Rijkaard'a vuranlar da bunlardı, milli takımı sabote etme pahasına Arda'ya bel altı vuranlar da.
Yani TARAFLI MEDYA suçlu

Sonra yönetim başta da başkan bu nasıl geçirdikçilere röportaj vermedi mi
Yani bunlar da suçlu.
Sonra Adnan Sezgin,ah o Adnan Szgin şu orta saha yokluğunda Cevad Prekazi'yi kovmaktan beter etmedi mi?
Sonra GSTV, GSBonus, GSMobile, TTArena peşinde koşturmaktan hem yönetim, hem topçular saha içinden çok saha dışıyla uğraşmadı mı?
Sonra GSTV'de bile anlaşılması güç bir şekilde maç sonrası programlara çıkanlar, tekrar ediyorum GSTV'de Rijkaard'a sallama cüretinde bulunmadılar mı?
Sonra yönetim TTArena'yı sahiplenme adına, iyi mali portreyi sahiplenme adına kendi arasında bölünmedi mi? Kişisel hırslarıyla kulübe zarar vermedi mi?
Sonra Futbol şubesi oyuncağa dönmedi mi?
Sonra,... daha ne olsun sonra, her türlü burada en büyük suç zaten yönetimin.
Ne basına diş geçirebildiler, ne futbolculara. Gerekli yerde masaya yumruk da vuramadılar, kangrene neşter de. Ama şu tabloda bırakp gitme olasılıkları sıfır. Ortaya suçlu olarak kimin atılacağı da belli.

Frank...

Sen de suçlusun Frank.

Sen burayı İspanya, Hollanda sandın. Senin yanına bu durumlar için birini koymayı akıl edemediler ama sen de suçlusun. Bizi insan sandın.

Sen suçlusun Frank, bizim gibi şişir topu ileri futbolu oynayan, hırsla, gazla kırk yılın başı yetenekli bir jenerasyon yakalayıp başarılı olan ancak sistemi olmadığı için asansör gibi bir aşağı bir yukarı giden bir ülkeye futbol oynatmaya çalıştın. O ülke ki top geçsin adam geçmesincilerin, penaltı penaltı gibi olmalıcıların ülkesiydi. Ve sahada top oynamaya çalışanları korumuyordu sistem.

Suçlusun çünkü bir kaç sene seninleyiz, sistem kuracağız, altyapı kuracağız diyenlere inandın

Sen suçlusun Frank. Futbolcularını profesyonel sandın. Geçen sene Caner'in seni nasıl sattığını göremedin, yetenekli ama formsuz dedin, biraz oynasa kendine gelir sandın, Servet dışarıda ne derse desin sahaya çıkıp elinden geleni yapar sandın Frank.

Ne desen anlayacaklar sandın, onları eğitmeye çalıştın, onlara öğretmeye çalıştın hep bir umutla, arkandan GSTV de bile yüzsüzce sallamalarına aldırmadan ve yine de formayı hakettiklerine inandığında forma verdin onlara. Sandın ki çalışırlarsa formayı alabileceklerine inanacaklar, sandın ki kamp yapmayınca onlara insan muamelesi yapıldığı için minnet duyacaklar.

Sandın ki sana yıllarca sözleşme önerecekelrini söyleyenler sözünün eri adamlar.

Gördün öyle olmadıklarını ama yine de satmadın hiç birini. Yönetim çalışıyor dedin, organize olacağız dedin, zaman lazım dedin, sandın ki geç de olsa öğretirim ben bunlara. Haa 1-2 defa dedin malzeme bu diye dayanamadın ve yine basın sana saldırdı topuyla tüfeğiyle.

Kimse durmadı arkanda Frank.

I love you Rijkaard diyenlerin gün gelip istifanı isteyeceğini bildiğinden büyütmedin gözünde, güldün geçtin.

Sen suçlusun, çünkü inandın Frank.
Çünkü şerefsizliğin itibar gördüğü bu ülkede haysiyetle çalışmaya çalıştın.
Olmadı.
Geç kalmadın, erken gelmişsin biz anlamamışız.
Sen otur Frank, biz bi 10 yıl dolaşıp gelelim...

17 Ekim 2010 Pazar

Galatasaray 2 - 4 MKE Ankaragücü : Yazık Değil mi Bize Fatma Ninem?


Kötü oynayıp kazandığımız maçlardan sonra özümüze döndük nihayet. Nispeten iyi oynayıp kaybetmek. Her ne kadar üst düzey!?! futbol yorumcuları sahada Baros hariç herkesin vasata bile ulaşamadığınıiddia etseler de en azından futbol oynamak adına istekli bir takım vardı sahada. Tabii Neill olmayınca Servet'in foyasının ortaya çıkışını hesaba katmazsak bu oyunda hakem kaynaklı talihsizliklere de dikkat çekmek gerekir.
Daha 3.dakikada top hareketliyken oyun başladığında (hakem hatası) Metin'i kovalayan ve pozisyonu engelleme şansı olan tek Galatasaray'lı Hakan Balta yardımcı hakemin hatalı ofsayt bayrağını görüp koşmayı bırakıyor (talihsizlik) ve Metin uzayıp gidiyor. Evet, Galatasaray bu gibi bir çok pozisyon verdi rakibine ama daha 3. dakikada hakem hatası ve talihsizlikle geri düşmese, yani skorda denge olsa veya öne geçse -ki bugün oldukça istekli ve oyuna ağırlığını koyan bir Misimovic vardı sahada- böyle pozisyonlar vermeyecekti. O yüzden M.Denizli'nin o top durdurulup başlatılsa da aynı şey olurdu mantığıyla bir yere varamayız.
Skor 0-1 olduktan sonra da Karabük maçındaki bıkkınlık şöyle dursun, hem çabalayan hem de üretebilen bir takım vardı sahada. Pozisyonlar vardı kaçan, kanatlar iki taraflı da kullanıldı ve bu arada Ankaragücü kontra pozisyonlarını da üretemedi. İkinci yarı için kim umut taşımadığını iddia edebilirdi? Hatta son 8 maçta oynadığımız futbola göre düşünürsek (ölümü görüp sıymaya razı olmak gibi oldu bu da) ortalamamızın çok üstünde bir futbol ortaya koyuyorduk.
Misimovic yavaş yavaş görevine ısınmış, Ayhan ve Sarp'tan yeterli desteği alamamasına rağmen Baros ile birlikte hücum aksiyonları oluşturuyordu. Ancak olmadı, çünkü en zayıf halkamız kadar güçlüyüz malesef. Hani bir zamanlar Galatasaray'da biri gününde olur ve takımı kurtarırdı ya, şimdilerde devamlı bir oyuncunun gününde olmaması daha doğrusu kapasitesinin yetersiz olması sebebiyle gol yiyoruz. ikinci golde de topu önüne sektiren Ufuk var, hatta 3. golden önce rakibini indirmeyi düşünemediği kafasında yer etmiş olacak ki 4.olmasın diye tereddüt bile etmedi. Ancak o da arkasından haberi olmadığı halde verkaça giren oyuncuyu kovalamak yerine ofsayta düşürmeye çalışan Servet sayesinde geldi. Artık sabotaj mı yoksa kapasitesizlik mi bilemiyorum ama Neill olsaydı en azından o 4. golün olmayacağına eminim.
Malesef ki 10 kişi kaldıktan sonra orta sahanın çok çabuk geçilmesine engel olmak için çok koşan Misimovic'in yorulduğu veya daha çok benzer pozisyon vereceğimiz ön görüsüyle Rijkaard'ın onu oyundan alması anlaşılabilir olduğu kadar eleştirilebilecek de bir karar. Bunun altında neler yatıyor olabildiğine dair üşenmezsem bir şeyler karalamak istiyorum ama Skibbe'nin gönderilmesinden öncesine çok benzer bir durum yaşıyoruz kanımca.
Sahadaki futbolun çok kötü olmadığını düşünmem yatarince iyi olduğunu düşündüğüm anlamına gelmesin. Tabii ki iyi değildik ama dediğim gibi görece olarak iyiydik, en azından Akaragücü'ne 4-2 kaybedecek kadar da kötü değildik ama futbol acımasız bazen, sen doğru kurguyu yarat(a)mazsan kader kuruyor senin yerine.
Bu gidişin en büyük sorumlusu da iyi niyetli olmalarına rağmen saha dışı işlerle çok fazla uğraşıp oradaki başarıları yüzünden saha içine yeteri kadar konsantre olamayan yönetime ait. Hala daha röportajlarda GS Store ürünlerini pazarlama, GSTV ye -ki yayın akışı oldukça iyi- reyting sağlama peşindeler. Anlamadıkları şey saha içi başarı olmadığı sürece bu atılımlarından ekonomik başarı elde edemezler. Yeni gelen yönetimde her şeyi silip atar. O yüzden saha içine konsantre olmak durumundalar acilen. Nasıl zamanında Arda'ya, Sabri'ye Florya'nın 5 kapısını anlattılarsa, boşboğaz Servet'e, 90+1 de top isteyip oyun kurmak yerine rakibine vurmaya koşan Ayhan'a (o pozisyon dönüp 4. Ankaragücü golü oldu) da o kapılardan bahsetsinler diycem ama belli ki Rijkaard ile yönetimin arası da çok iyi değil. Tribünde daha düne kadar i love you Rijkaard diye bağıranlar şimdi istifasını isterken acaba bir duruş sergileyeckler mi? Sanmam, daha çok istifa mektubu bekliyor gibiler.
Şimdi en iyi dönemimizde bile kazanamadığımız 10 yıldır 1 puan göremediğimiz deplasmana, en kötü halimizle gidiyoruz, Emenike'nin sefil ettiği defansımıza Niang neler yapar düşünmek istemiyorum. Nasılsa 1 hafta sonra öğreneceğiz.

1 Ekim 2010 Cuma

Başın Sağolsun...






not:foto oyunbozan blogtan.