31 Ocak 2010 Pazar

Denizlispor 1- 2 Galatasaray : Yakışmadı!


Açıkçası oturmaya başlayan oyun felsefemiz ve futbolcusundan, yönetisine hemen herkesin çok iyi geçtiğini ifade ettiği kamp dönemi sonrası Denizlispor maçında muhteşem paslaşmalar, rakibe kendi oyununu kabul ettiren ve sağlı sollu şık ataklarla gol pozisyonuna giren bir Galatasaray bekliyordum.
Oyun olarak beklentilerimin karşılanamadığı aşikar. Bunda en önemli sebep orta saha kurgumuzun yeteri kadar fizik üstünlüğe sahip olamamasıydı. Denizlispor gibi ligin zayıf sayılabilecek bir rakibe karşı bile çok yumuşak kalan bu orta sahayı ligin daha dişli ekiplerine karşı kullanmamak hayrımıza olacaktır kanımca. Tabii ki Emre'yi sahada görmek hoşumuza gidiyor ancak fizik gücünün henüz istenen seviyede olmaması hem Denizlispor'un orta sahayı çok rahat geçerek savunmacılarımızla direk birebir kalmasına sebep oldu hem de kadar top kapma sayımızı da azaltarak hücum etkinliğimizi azalttı. Golü başlatan hücumda topu Barış'a aktaran isim olması tabii ki artı hanesine yazıldı.
Tabii tek Emre değil Emre, Elano, Sarp üçlüsünün zayıf kalmasından bahsedebiliriz. Tabi Sarp gibi kuvvetli bir oyuncu daha yerleştirmek de hücum etkinliğini azaltıyor ancak Elano gibi topu alır almaz 50-60mt. lik isabetli paslar atan bir oyuncusu var Galatasaray'ın ve gördüğümüz kadarıyla Jo bu paslarla oldukça etkili olacak. Bu akşam Denizlispor maçını kazanmış da olsak bu kurgu bundan sonra umarım sürmez.
Jo rahatlıkla takım arkadaşlarına ve taraftara kendini sevdirebileceğini belli etti. Hem gol sevincinde taraftarla paslaşması hem de oynadığı süre içindeki takıma katkısına bakarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca takıma yeni geldiğinden bir çok pozisyonda arkadaşlarına pas aktarmaya da çalıştı. Nonda'yı aratmayacağı net.
Jo'nun aksine Giovani takımın yıldızı olacağını düşünmüş gibi göründü -Tabii havaalanında Cristiano Ronaldo gelmiş gibi karşılarsan adamı o da böyle zannedebilir-. Çok rahat pozisyonda Arda'ya pas vermeyip kaptanı çıldırtınca bir sonraki pozisyonda bom boş olmasına rağmen Arda da ona dönmemeyi tercih etti. Bilemiyorum bu göz dağından nasibini aldımı Dos Santos ama yeni takımında ilk maçını oynayan bir oyuncu olarak fazla egoist davrandı bana kalırsa. Bu Galatasaray gibi hiyerarşik düzene sahip bir takımda, abileri tarafından dışlanmasına sebep olabilir ki sonra yazar dururuz biz de Giovani'ye pas atılmıyor diye. Birileri sevabna uyarsın. Ama bu göz dağı kaptana yakışmadı.
Yine gol attıktan sonra oyunu yavaşlatan bir Galatasaray izledik. Bir ara bu yavaşlatmayı bol pas yaparak ve rakibi yorarak yapıyordu takım ancak bu akşam yapılan 461 pas, geçen haftaki zemin şartlarında yaptığımız pas sayısının yanına yaklaşamadı. Rakibin de enerjisi fazla gelince üstümüze geldiler vetehlike yarattılar.
Rakibin golünde Engin'in o uçan kafayı diğer tarafa vurması mümkün olmadığı halde Leo Franco'un atlamayıp saçma bir refleksle topu çıkarmaya çalışması da komikti. Açıkçası Ufuk'un bu pozisyonu kurtaracağını düşünüyorum. UEFA finalinde Taffarel'in çıkardığı kafa vuruşunu hatırladıkça Leo Franco'nun Avrupa Ligi hedefimizde bize yeterli katkıyı yapacağına inancım git gide azalıyor. Hem yabancı kontenjanımızı doldurmamak hem de Ufuk'u köreltmemek adına en kötü sezon sonunda kurtulmak lazım. Ne diyelim, yediği gol de Leo Franco'ya yakışmadı.
Sonuç olarak ciddi sıkıntısını yaşadığımız kötü oynayarak maç kazanamama zincirini kırmak tabii ki güzel ancak her zaman şans bu kadar yanımızda olmayabilir. Golü yedikten sonra atana kadar rakibe baskı kuracak gücümüzün olduğunu gösterdi oyuncularımız sağolsun. Ama yine de bu kadar rölanti oynamak Galatasaray'a yakışmadı.

Not: Fotoğraf bir çok maçta olduğu gibi resmi sitemizden.

28 Ocak 2010 Perşembe

Her Şey İçin Teşekkürler Nonda!


Böyle denmiş resmi sitemizden. Hafta sonu ıslıklanmamış olsa daha güzel olurdu tabi. Ve de en azından iç piyasada takasta kullanılsaydı daha az zarar edilebilirdi. Neyse o kadar da yönetimsel başarısızlık olsun bunların üstüne. Dos Santos'un Atletico maçları performansını bekliycez artık, kalmalıydı veya iyi ki gitmiş demek için.
Teşekkürler Nonda...

26 Ocak 2010 Salı

Kewell'ı Putlaştırmak #1



Kewell'ın sözleşmesinin dondurulması/feshedilmesi gündeme geldiğinden bu yana yazılanları çizilenler sıkça okudum. Yüksek oranda Galatasaray taraftarının, bu yaklaşımın kabul edilemez olduğunu düşündüğünü, Kewell kalsın da ikinci olsak da olur yaklaşımını güttüğünü söylemek yanlış olmaz sanırım.

Öncelikle Kewell'ı ele alalım. Takımdaki oyuncuların iç yüzünü bilmek imkansız ama taraftarın taparcasına sevdiği açık. Ki ben de bu taraftar kitlesine ait hissediyorum kendimi. Müthiş bir profesyonel, kilosuna dikkat eder, fazla kimseyle didişmez,liderlik vasfı olan. Ve bu gibi iyi insani yanlarının yanına çok iyi futbolcu olmayı ekleyebilen bir oyuncu. Vikipediye göre 64 maçta 27 golü var Galatasaray forması altında (bu arada futbolcu istatistiklerinin resmi sitede yer almaması da çok abes bir durum olarak gözüme batmış oldu?)

Komple bir futbolcu, komple bir insan Kewell anlıyacağımız. Peki bunlar yeterli mi Kewell'ın Galatasaray formasını giymeye devam etmesine? Duygusallığa bu derece yer var mı büyük kulüpleri yönetirken?

Bu bağlamda hissettiklerime başka bir yazıda değinmek istiyorum. Bu yazının öncelikli amacı Kewell'ın sözleşmesinin feshedilme ihtimalini fırsat bilip Galatasaray'a çamur atmak için fırsat bekleyen kurnazlara değinmek.

Bugün eski bir yönetici radyo programına katılmış saydırıyor. Yok Kewell'a bu yapılır mıymış? Yok sakatlandı diye adam gönderilir miymiş? Yeri gelmiş adam gıkını çıkartmadan stoper oynamış falan.

Birincisi çok özel bir durum söz konusu adam sakatlandı diye gönderilmiyor. Rijkaard muhtemelen Nonda'yı gönderip Atletico maçında Kewell'ı gol bölgesine yollamak niyetindeydi ancak Kewell'ın uzayacak sakatlığı Atletico maçı için bizi çaresiz bırakıyor. Muhtemelen Kewell'a sezon sonu Nonda zaten gidecek, sen de bu sezon oynayamıyacaksın, seninle sözleşme yenileyelim önümüzdeki yıl için demiştir. Anlaşılıp anlaşılamaması ayrı mesele. Kewell gibi bir profesyonelin de bu olayı anlaycağına eminim. Yarın bir gün bir röportajda kapağı gönderir art niyetli medyaya.

İkincisi, adamın arkasından feshedip sözleşmesini al paranı defol git de demiyor Galatasaray kulübü

Üçüncüsü ve en önemlisi, Kewell stoper oynamış da hayrına mı oynamış. Fazlasıyla karşılığını almış. Premier Ligde Galatasaray'ın verdiği parayı veren kulüp olsa gelir miydi Kewell Galatasaray'a. Evet fedakarlık yapmıştır, evet müthiş bir profesyoneldir, ama karşılığını da almıştır sonuçta. Arda'dan daha fazla yıllık ücret almaktadır Kewell. Onun yaptığı normaldir. Yapmayanlara alışmışız biz o yüzden abartıyoruz bu kadar. Servet geçen sene sakat sakat kaç maç oynadı, bu sene başında satılcak olduğunda kimse çıkıp kalsın demedi, Servet'e bu yapılmaz demedi. Diyeceksiniz ki kendi gitmek istedi. E Kewell'ın da kalmak istediğine dair bir emare göremiyorum ben.

Kongre öncesi Adnan Polat ve yönetimi yıpratılmak isteniyordu bu da koz oldu bazılarına. Ancak unutmasınlar Kewell'ı ne kadar seversek sevelim, Glatasaray sevgisinin Kewell sevgizinden büyük olduğudur...

25 Ocak 2010 Pazartesi

Dos Santos



The Times'ın haberine göre Galatasaray Tottenham'la anlaşmanın eşiğinde. Sezon sonu opsiyonlu olmak üzere kiralanma yoluna gidileceği söylenmiş.
Tottenham'da zaten izleyemedik kendisini, Barcelona'dan hatırladığım kadarıyla da Arda Turan'dan daha iyi bir oyuncu değil. Ancak 20 yaşında ve potansiyeli olan bir oyuncu sonuçta. Bir de Rijkaard ısrarla isityorsa vardır bir hayır deyip heyecanlanıyoruz tabi. İşin ucunda Kewell'ı gözden çıkarmak var gerçi :(
Bloglarda yaptığım araştırmalara göre de bir çok kişiye göre bitmiş bu transfer. Hatta daha ileri gidip 17 numaralı formayı giyeceğini iddia edenler de var.
Ne diyelim, H.Üstünel ters köşe de yapabilir belki ama bu sefer ingiliz basını da işin içinde. Bekleyelim görelim.

24 Ocak 2010 Pazar

Galatasaray 1 - 0 Gaziantepspor : Kim Karar Verecek



Her şeyden önce Galatasaray'ın bu maçı hakettiğini bir kenara yazmak gerek. Özellikle Ahmet Arı hakeme "Allah belanızı versin" deyip atıldıktan sonra, rakip sahaya iyice yerleşti. Baskı kurup rakibi hataya zorladı ancak 1-2 pozisyon dışında Gaziantepspor savunmasının konsantrasyonu dağılmayınca gol bulmamız duran toplara ve uzaktan çekilen şutlara kaldı.
Açıkçası M.Topal'ın sahada olmamasını garipsemişti. Böyle zor bir zeminde mücadele gücünü tekniğin önünde tutmak gerektiğini düşünüyordum ama teknik olarak düşündüğüm futbolcular, mücadele olarak da hiç aşağı kalmadıklarını gösterdiler. Rakibin 10 kişi kalmasıyla zaten bu endişe de ortadan kalktı.
Özellikle bu saha şartlarında fazla topla oynamak sakatlıklara sebep olabilir ancak Rusya döneminden bu sahalara alışkın olan Caner topla fazla oynamasına rağmen yine son haftalardaki etkili oyununu sürdürdü ve yüreğimizi ağzımıza getiren bir pozisyonda takımına penaltı kazandırdı.
Maç hakkında en çok konuşulması gereken de o penaltı atışı sırasında yaşananlardır bence. O dakika kupa maçında Nonda'dan topu alıp Emre'ye veren Arda, bu sefer Nonda'ya jest yapmaya karar verdi. Açıkçası Nonda topun başına geçtiğinde oldukça sinirlendim. Çünkü bazen futbolda şansa etkili olsa da öncelikle doğruları yapmak gerekir. 3-0 önde olduğunuz bir maçta özgüven aşılamak için penaltıcınızı değiştirebilirsiniz ama bunu maç berabereyken yapmak riskli bir iştir. Böyle bir keyfiyete de kimsenin hakkı yoktur. O ana kadar gol kaçıran oyuncuya güven aşılayayım derken kaçan penaltı ile oyuncuyu iyice alaşağı edebilirsiniz. Arda kaptan olabilir, ancak her maç bir oyuncuya jest yapmak için, gönül almak için penaltıcıyı değiştirmek gibi bir lüksü yoktur(Bkz. 05-06 sezonunda Kezman'ın topun başına geçip Fenerbahçe'yi şampiyonluktan edişi). Panaltı kıdem işi değil yetenek ve soğukanlılık işidir. Bu takımın penaltıcıcsı da Elano'dur. Sahada kariyerinde hiç penaltı kaçırmamış bir oyuncu varken, o oyuncu maç boyu istekli ve etkili bir oyun ortaya koymuşken, onu ödüllendirmek yerine (ki öyle bir futbol oynamasa dahi), özgüveni sarsılmış bir oyuncuya penaltıyı attırmak gibi bir keyfiyet çok şükür ki 2 puana mal olmamıştır. Ancak en azından topu Nonda'ya verenin de, buna göz yumanların da bu maçı unutmamaları gerekir.
Ardından Elano'nun oyundan alınışı Nonda dahil hepimizi şaşırttı tabii ki. Nedenini de bilemiyoruz. Rijkaard forveti ikilemek için dedi ancak muhtemelen o penaltı kaçmasa taraftar Nonda'yı yuhalamasa (ki ne olursa olsun en kibar tabirle yapılan AYIPtır) muhtemelen kenara gelen Nonda olacaktı. Belki de Elano bizim göremediğimiz bir anda penaltıyı kendisinin kullanmaması ile ilgili bir diyaloğa girmiştir kenar yönetimle kim bilir.
Sonrasında alışılagelmiş bir duran top organizasyonu gördük. Sarp hariç herkesin öndireğe hareketlenmesiyle arkada bomboş kalması ve golünü atması. Yine kritik bir gol geldi, yine M.Sarp.
Sahada takım adına en kötü isim Barış'tı bu maçta. Nonda son vuruş beceriksizliğini hesaba katmazsak faydalı bir oyun ortaya koydu diyebiliriz ama aynı şeyi Barış için söylemek çok güç. Sağ açık oynamasına rağmen, Uğur'dan muhtemelen 5 kat fazla orta yapmasına rağmen, ondan sonsuz kat daha az isabetli ortası oldu sanıyorum (isabetli orta sayısı 0 olduğundan) Gerçi Barış'a alıştık. Bir maç çok iyi oynadığında sonraki maçta bir haller oluyor kendisine. Yürüyüşü bile değişiyor.
Neill'a değinmek için yeterli veri yoktu elimizde bu maç. Ancak hatasız oynadığını söylemek yanlış olmaz. Rijkaard da zaten Neill'ın oyunundan çok memnun kaldığını, defansın çizgi halinde duracağı yeri belirleme işini başarıyla yerine getirdiğini falan söyledi maç sonunda.
Sonuçta bu şartlarda, zor da olsa 3 puan alıp yola devam etmek güzel. Oynanan oyun da yine şartlar göz önüne alındığında tatmin edici. Neill'ı izlemek keyif verdi, Keita'nın mükemmel bir gol atmasına rağmen Fildişi Sahilleri'nin elenmesiyle takıma beklenenden erken katılacak olması ise keyfimizi katladı.

22 Ocak 2010 Cuma

Ve Tobi'ye Yol Göründü



Aslında ne umutlarımız vardı. İsveç milli takımının kaptanını transfer etmiştik. Kariyerinde neredeyse 1 maç bile kaçırmayan büyük profesyonel. İki yönlü müthiş bir orta saha oyuncusu. Bir maçta en çok mesafe kat eden futbolcu gibi etiketleri doğal olarak bize hayaller kurdurmuştu. Ağzımıza bir parmak bal çalarak sakatlandıktan sonra, çalıştı çabaladı ama olmadı. Yine de sevdik biz onu. İnatla idmanlara çıkmaya çalışmasına, sakatlığında kilosuna dikkat etmesine saygı duyduk.
Burada GS yönetimi de fedakarlık yaptı ve ezeli rakibi gibi yırtıp atmadı sözleşmesini Linderoth'un. Ama bitmedi o sakatlık bir türlü. Gerçi bu konuda Galatasaray sağlık kururlu hakkındaki soru işaretlerini düşününce belki de sadece şanssızlık değildi bu bitmeyen transfer. Öyle ya Uğur'un da bir türlü geçmiyordu sakatlığı, Serkan Çalık'ın da ama ne hikmetse Dr.Wohlfarth'a gittikten sonra iyileştiler.
Jo'nun transferi belli olunca Linderoth'un da döneceği belli olmuştu. Yine de içimiz buruk. Hiç oynamayan bir oyuncu için fazla mı sevmiştik ne! Bugün de resmen açıklanmış web sitemizden. İyi yolculuklar Tobi.

Vizyon Meselesi


Sıkı bir Fenerbahçeli olan, meşhur blogger Ortega yabancı transferlerde Galatasaray ve Fenerbahçe'nin vizyonunu sorgulamış. Güzel yazı olmuş.

17 Ocak 2010 Pazar

Galatasaray 5 - 1 Denizlispor : Bitmeyen Maç



Maç içinde oyundan kopulan dakikalar olsa da gerektiği kadar oynayarak kazandı Galatasaray. Hem de iyi bir skor elde ederek. Bu güzel tabi ama özellikle 2.yarı başından Denizli Bl. golü gelene kadar geçen süre sıkıcı bir hazırlık maçı havasındaydı (Bir ara maç bitmeyecek sandım). Servet rahatlıkla taca atması gereken topu eveleyip geveleyip kornere yolladı, sonrasında da saçma bir gol geldi. Ama futbolculara da kızmamak lazım, çünkü böyle bir rakip karşısında birazcık sıkarak 3 golü bulduktan sonra gevşemeleri normal sayılabilir.

Oyuna umduğumdan iyi başladı Galatasaray. Golü istekle aradı ve fazla da zorlanmadan ilk golü buldu. Burada Caner'in de ters kanat akınlarında arka direğe sızmasının hakkını vermek lazım. Trabzonspor maçını da göz önüne alınca, o bölgeden Kewell'ın yokluğunda da skor üretebileceğimizi görmek güzel.

3-0 dan sonra bile etkili geldi aslında Galatasaray ama orada da Nonda duvarına çarptı. Biraz gününde olsa rahatlıkla bu maçı 4 golle bitirebilirdi ancak iyi top saklamasına, doğru yerlere dağıtarak etkili hücümlar yapmamıza katkı sağlamasına rağmen son vuruşlarda çok kötü bir gününde olması buna engel oldu.

Canla başla oynamalarına rağmen Barış'ın ve Caner'in biraz olsun tribünlerin değil de, Kulübenin ne istediğine odaklanmaları lazım. Özellikle Caner iyi adam eksiltmesine rağmen sıfıra inene kadar önüne gelen herkesi eksiltmeye kalkıyor ki, süper lig de bu şekilde devamlı duvara çarpması çok olası. Bu etkili oyununu, bu kadar çok topla oynayarak lekelemek yerine, takım arkadaşlarıyla (Arda'nın dışındakilerle) biraz daha verimli paslaşarak resitale çevirmesi işten bile değil.

Bu küçük eleştiriden sonra gelelim Emre Çolak'a. Sezon öncesi hazırlık kampında adından sıkça söz ettirdiği halde fiziki yetersizliğinden ötürü A2 liginde izliyorduk kendisini bir süredir. Bu akşam sahada görmek bile bize keyif verecekken bir de 2 gol attığını izlemek keyfimizi katladı tabii ki. Burada Arda'nın altyapıdan gelen oyuncuların takıma adaptasyonuna ne kadar etki edebileceğine de net biçimde şahit olduk. Bu penaltı kararının sahada değil soyunma odasında verildiğini açıkladı Emre GSTV'de. Kaptan bu sezon yeni jenerasyonun uyumunu sağlasın ondan sonra da gitsin hakettiği liglere. Böylece Galatasaray A takımı için gençlerin önünü de açmış olur ki, bunlar da oynayarak yaptığı katkı kadar etkili.

Şu görüldü ki, Glatasaray kampta yan gelip yatmamış, iyi çalışmış ve lige hazır. İlk haftalar yine iyi geçecektir diye düşünüyorum. Gerçi santrfor eksiğimiz söz konusu ama, onun içinde bugün yarın bir bomba patlatılır muhtemelen. Kulübün Baros'un sahalara dönemeyişiyle, koca bir sezon için yaptıkları yatırımı riske atacaklarını sanmıyorum. Gönlümden geçen isim Sercan'dır ancak, Haldun Üstünel ne getirse kabulümüzdür tabii ki...

Asıl Size Pes Artık!



Blog dünyasıyla tanışmamdan sonra yazılı basın benim için sadece pazar kahvaltılarıma eşlik eden bir olguya dönüştü. Zaten çok haz almazdım haberlerden vs. şimdi tamamen dünyadan kopuk yaşamaya başladım. Cinayetler, şansa yaşıyoruz diye düşündüren saçma sapan kazalar vb. haberler içimi karartmaktan başka bir şeye yaramadığından ara verdim bir süre. O yüzden de reaksiyon zamanı geçiyor tabi, bazı gereksiz insanların zırvalarına.

ercan ve tayfası Baros'u dolamışlar kalemlerine bu sefer. Yok gereksiz bir operasyonmuş , yok Türk oyuncular bu ameliyatı olmazmış, yok acaba 2.kemik darbe alsa ne olacakmış, yok Türk doktorlara güvenmemiş gibisinden saçmalamışlar.

Ara satırda verdikleri yetmemiş büyütüp kalınlaştırarak yazı karakterini "Türk doktorlara güvenmedi" yazmışlar. Bunu yazanın, yayınlayanın (arkasından belki başka sözler söylemek gerekebilir ama) iyi niyetli olma ihtimali var mıdır? İyi niyetli olan adam ikinci bir görüş aldı der. Kendi ayağınıza çöp batsa yurt dışında çıkarırsınız Baros mu gözünüze battı Allahaşkına!

Çok yakın daha Uğur Uçar'ın sahalara bir türlü dönememesi, Almanya'ya gittikten sonra 3 ay içinde toparlanıp idmanlara başlaması. Bunları gören adam gidip danışmazmı? Ayrıca bahsi geçen şahıs da konusunda ün yapmış bir doktor(tanımasam da, çok zaman adını duyduk haberlerde, falanca Dr. Wohlfahrt a görünecek vs.). Adam hayatını futboldan kazanacak, iyisin dedikleri halde ağrıları geçmeyecek, bu olay bir çok dünya yıldızının(hatta sıradan avrupalının) 2. sınıf ülke olarak baktığı bir ülkede gerçekleşecek, o da öyle bekleyecek. Yok ya!

Hakan Ünsal vb. nin acaba Angola'da, bilekleri kırılsa orda mı ameliyat olurlar, yoksa apar topar buraya mı gelirler? Yazık gerçekten.

Nil Karaibrahimgil diyor ya hani, herkes daha fazla hürriyet istiyor diye. İstemiyorum, vermesinler, bunlar gibi adamlara hele, hiç vermesinler. Ne söyleyeceklerini şaşırıyorlar sonra...

NOT: Fotoğrafı onlardan arakladım, onlar nereden arakladı bilmiyorum!

EDIT: post'u yayınladıktan sonra Ali Sami Yen blogda Eray'ın yazısını okudum. Meğer K.Hakan da zamnında Türkiye'yi beğenmeyip ameliyatını ABD'de yaptırmış. Demek herif hem art niyetli, hem yüzsüz, hem de salak. Ulan biri çıkıp dese suratına TV'de sen de ABD'ye gittin diye ne diycen ne yapacan? Yuh ki yuh! Neyse arşivden, ilgili haberler aşağıda.


K.HAKAN: ASLAN GİBİ DÖNECEĞİM
Sağ diz ön çapraz bağlarında kopma tespit edilen K.Hakan dün ameliyat olmak için ABD'ye gitti. Yıldız futbolcu, yeşil sahalara bir an önce dönmek istiyor.

3.5 ayda sahalara dönerim
Antrenmanda ayağı çime gömülerek sağ diz ön çapraz bağlarında kopma tespit edilen Hakan Ünsal, ameliyat olmak için dün ABD'ye gitti. Ünlü doktor Lameck'e ameliyat olacak olan yıldız futbolcunun normalde yeşil sahalara 5 ayda dönmesi bekleniyor. Bünyesinin çok dayanıklı olduğunu söyleyen K.Hakan, "Ciddi bir sakatlık. Ameliyat olduktan sonra ABD'de en az 6 hafta kalıp orada ciddi ve disiplinli bir ortamda antrenmanlarımı aksatmadan sürdüreceğim. İnanıyorum sıkı bir çalışma sonrasında 3.5 ay gibi bir sürede yeşil sahalara dönmek istiyorum." diye konuştu.

Avrupa Şampiyonası hayalim
Türk futbolunun büyük bir çıkış içinde olduğunu söyleyen Hakan Ünsal, "Milli Takım olarak başarımız ortada. İkinci defa Avrupa Kupaları'na katılarak yeni bir tarih yazdık. Finallere gitmekte az da olsa benim de katkım oldu. En büyük hedefim sakatlığımı bir an önce atlatıp 2000 Avrupa Şampiyonası'nda çok sevdiğim Milli Takım formasını giymek. İnşaallah yetişirim." şeklinde konuştu. G.Saray'ın perşembe günü UEFA'da Bologna'yı yenerek bir üst tura çıkacağına inandığını belirten K.Hakan, Sarı-Kırmızılı takımın bu yıl final oynayacağına inandığını söyledi.

En büyük yardımcısı eşi
Hakan Ünsal'ın ABD'de en büyük destekçisi hiç şüphesiz eşi Ayla hanım olacak. 2 ay boyunca ABD'de hep sağ dizini kuvvetlendirici antrenmanlar yapacağını söyleyen genç yıldız, "Günlük 6 ile 8 saat arası hep aynı hareketleri yapacağım. Bu da hiç kolay değil. Ancak bu zorlu günlerde her zaman olduğu gibi eşimin büyük desteğini ve yardımını göreceğim." açıklamasını yaptı. Ayla Ünsal da her zaman olduğu gibi eşine her türlü desteği vereceğini söyledi. Hakan'ı havaalanından yakın akrabaları ile takım arkadaşı Suat ve eşi yolcu etti.

Sol kanat felç oldu
G.Birliği deplasmanından 1-1'lik skorla dönen G.Ssaray'da moraller bozuk. Sarı-Kırmızılı ekipte Bologna ile perşembe günü oynanacak olan UEFA Kupası 3. tur rövanş maçı öncesi sakat oyuncuların çokluğu teknik heyeti kara kara düşündürüyor. Arif ve Hagi'den sonra sol kanatta da Hakan Ünsal'ın yokluğu Teknik Direktör Fatih Terim'i kara kara düşündürüyor. Son G.Birliği maçında K.Hakan'ın yerinde Fatih Terim, önce Ergün'ü oynattı. Ancak istediğin verimi alamayınca bu oyuncuyu devre arasında Osman ile değiştirdi. Hücumda ve defansta istenileni veremeyen Osman'ı da oyundan alan tecrübeli çalıştırıcı bu sefer sol kanatta Tugay'a görev verdi. Ancak Terim, bu üç oyuncudan da sol kanatta istediği verimi alamamanın sıkıntısını yaşadı. Bu arada Sarı-Kırmızılılar dün Bologna maçının hazırlıklarına başladılar.

II.

HAKAN'LA AYNI SAKATLIK

Sergen'in sakatlığının, Galatasaraylı Hakan Ünsal'ın daha önce geçirdiği ve tedavisini ABD'de gerçekleştirdiği sakatlıkla aynı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Uslu, "Biz ABD'ye gitmesine gerek görmedik ve operasyonu burada yaptık. Türk doktorları bu tür ameliyatları da başarıyla gerçekleştirebiliyor" diye konuştu.

3 gün hastanede kalacak olan ve sezona kapatan yıldız futbolcu, A Milli Futbol Takımı'nın 2002 Dünya Kupası Finalleri kadrosunda da yer alamayacak. Teknik direktör Mircea Lucescu, son gelişmelerden sonra Fenerbahçe maçı öncesi oldukça zor durumda kaldı. Sergen'in dışında Hasan Şaş, Mondragon, Ayhan, Bülent Akın, Ümit Karan ve Emre'nin sakatlıkları sürüyor, Perez cezalı, Hakan Ünsal ise kadro dışı. Buna bir de milli futbolcuların sakatlanma riski ve takımla birlikte çalışma olanağından yoksun kalması, derbi mücadelesi öncesi büyük sıkıntı yaratıyor.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Euro 2016 Stadyumları



Euro 2016 için Türkiye'nin aday gösterdiği stadyumların coğrafi yerleşimi ve Saraçoğlu'nun aday gösterilmemesi üzerine bir çok insan yazdı, çizdi, yorum yaptı. Tabii ki herkesin kendine ait bir fikri olduğu kadar bunu ifade etme hakkı da vardır. Ancak Flying Dutchman'in bu konu hakkında UEFA'nın stad seçim kriterlerini açıklayarak yazdığı yazı bir anda kişisel yorumlardan ve önyargılardan sıyrılıp olaya farklı bir açıdan bakmamıza sebep oldu.

Artık bu bilgilerin ışığında tartışılmalıdır bu konular. Şahsi kanaatim stad seçiminden önce ülke olarak henüz böyle bir organizasyonu layıkıyla yerine getirmeye hazır olmadığımızdır. Bu bir maçlık UEFA finali düzenlemeye benzemez.Bu işler "Önce Allah'ın izniyle turnuvayı bir alalım, herşeyi hallederiz." düşüncesiyle de olmaz. Sarhoş insanların hakaretlerinden dolayı adam öldürülüyor bu ülkede ( Bkz. Leeds United taraftarları). O yüzden önce biz bu işin altından kalkıcak yatırımı yapalım da ülkemize, insanlarımıza, sporumuza ondan sonra varsın düzenlenmesin turnuva. 2016 da yapıp elimize yüzümüze bulaştıracağımıza 2036 da yapalım kralını yapalım.

3 Ocak 2010 Pazar

İyi Seneler



Öncelikle herkese iyi seneler, yeni bir blogger olduğumdan mıdır bilmem devre arasında ileti yazmak zor geliyor. Yazmak aslında zorunluluk değil ama rahatlatıcı bir etkisi var orası kesin. Yani benim için kesin. Çok okuyan yok zaten, o yüzden okurlara karşı sormluluk değil beni yazmaya iten. Bir tür terapi bazen. Bazen de söylemek istediklerimi defalarca eşime dostuma tekrarlayıp onların kafasını şişmekten kurtarmak. Evet, gerçek bir gevezeyim özel hayatımda.

UYARI: Bu gevezelik yazılarıma da yansıyor çok zaman. Bir konuya girip başka bir yerden çıkıyorum ve kopuk kopuk paragraflar şeklinde oluyor yazılarım. Bu cümlede bir uyarı yapayım, yazının kalan kısmı uzun ve beni tanımayanlar için sıkıcı olabilir. Sonuçta arkadaşlarımız da okuyor onlar için ilgi çekici olabilir. Ama ender bir şekilde kişisel tanışıklığım olmayan okuyucularımdansanız eğer "bana ne abi senin gevezeliğinden" deme ihtimalinize karşı, devam edip etmeme kararı size aittir, lütfen beni sorumlu tutmayınız :)

Maç izlerken de böyleyim mesela. Arkadaşlarla maç izlerken, aynı cümleyi defalarca tekrarladığım oluyor, sağolsunlar "yeter oğlum, bi sus" demediler henüz ama böyle düşündüklerine adım gibi eminim. Peki neden susmuyorum? Çünkü susamıyorum. Susma genim eksik kalmış. Misal bence yanlış bir oyuncu seçimi yapılmış ve ben bunu belirtmişsem yetmiyor, o oyuncunun her hata yapışında tekrarlıyorum bu görüşümü. Allahtan sevgilim (aslında nişanlım ama sevgili daha güzel bir sözcük) var. Sağolsun uyarır arada, İlker'cim başladın yine der, bi dürter, bir süreliğine insanlar rahat eder.

Sadece maçlarda mı? Her konuda malesef durum böyle, yeter ki bir olay bana mantıksız gelsin. Başlarım o öyle olurmu da, bunu bilmiyolar da , şöyle yapmaları lazım da vb. sözleri sıralamaya. Beni yakınen tanıyanlar şaşırmaz da artık, diğerleri "noluyo abi bu adama alt tarafı arkadaki araba korna çaldı" diyebilirler. Halbuki ben o konu hakkında şoförün ruh halinden girip il trafik komisyonunun yanlış trafik ışığı programlamasına, belediyelerin de şehirciliği bilmemelerine kadar gidebilirim.

Nedenini bilmiyorum, dedim ya susma genim eksik diye.Hıncal Uluç'un freeshare versiyonuyum adeta. Aslında belki de sorun genetik değildir. Belki de 12-13 yaşından itibaren H.U okuduğum için de olabilir. Buradan yine uyarayım o zaman, lütfen 16 yaşından küçük olanlar okumasın benim yazılarımı :) Sanırım ondan önce de böyleydim ama, üstad belki de fikirlerimi saklamamam konusundaki motivasyonumun sebebidir kim bilir. Buradan kendisini de sevgiyle selamlıyayım da kazara görür yazımızı, almayalım kaleminden payımızı. Herhalde 17 senedir okuyor olmam kalemine karşı olan hislerimi anlatmaktadır.


Hadi bunlar yine iyi örnekler. Asıl can sıkıcı olan etrafımdaki insanların yaptıklarına da aynı şeyi yapmam, onlara neyi nasıl yapacaklarına dair fikir pompalamaya çalışmam, yaptıklarının yanlış olduğunu söylemem, devamlı eleştiri halinde olmam, neyi yanlış yaptıklarını anlatmaya çalışmam, o öyle olmaz demem nasıl bir olaydır ya! Babam derdi küçükken "senden yardım istenmeden yardım etmeye çalışma" diye. Anlamazdım, artık anlıyorum ama keşke o zamanlar anlasaymışım diye hayıflanmaktan fazlası gelmiyor elimden. Hadi kendime haksızllık etmiyeyim geliyor ama çok nadir olarak. Ve bazen narsistlik mi denir megalomani mi başka bir şey mi bilmiyorum ama o kadar mantıklı şeyler söylediğim halde insanların burnunun dikine gitmesi kızdırıyor beni. Onların tecrübe etme isteğine saygı duyamıyorum. Ben yaşadım gördüm , hayat herkesin herşeyi yaşayacağı kadar uzun değil, söylüyorum dinlesinler psikolojisi geçerli oluyor. Bu son cümledeki kısım ssdece en yakınımdakiler için geçerli (Arıza var dediysek, her arkadaşımıza da yapmıyoruz bu kadarını tabii ki.). Yine de can sıkıcı tabi.

İşte bu son paragraftaki kısmı gerçekten can sıkıcı. Şükürler olsun ki etrafımda kibar insanlar var. Ömrümde bu kadar çok karışmama rağmen insanlara sert tepki almışlığım sayılıdır, kendimi onların yerine koyunca çok can sıkıcı olduğunu anlayabiliyorum. Ama olay anında bu dilim var ya, durmuyor işte. Buradan bugüne kadar bu eziyeti yaptığım herkesten özür diliyorum öncelikle. Sonuçta keyifli neşeli insanız, gevezeliğim işe de yarar sıklıkla, herkes susunca ortam boğulmaz, insanlar kaynaşır vs. Yani gülü seven diyorum, dikenine katlanır, ya da hamama giren terler de diyebilirim. Bu yüzden huylu huyundan vaz geçer sanmayın :) Canım arkadaşlarım bu yüzden bana sırt çevirene kadar böyle gider bu. Allah sabır versin bundan sonra da size :))

İyi Seneler...


Bu yazı da tarihe düştüğüm en önemli özeleştiri olsun.

NOT: Dedim ya yukarda bir yerden başlıyorum alakasız yerlere gidiyor diye, PC başına oturduğumda kafamda Ali Turan olayı, Melih Gökçek'in Ankaragücü tek büyük olacak açıklaması vardı ama nerelere geldik bak. Cık cık cık...