12 Temmuz 2011 Salı

TFF'nun Onur ve Şeref Pazarlığı


Takipçimiz az da olsa neden yazmıyorsun diye soranlara (hepi topu 3-5 kişi) daha senaryoyu okuduğumu söylemiştim ki hala okumaya devam ediyoruz. Hani Altıncı His filmindeki gibi son anda her şey değişebileceğinden şu biz ne desek boş ama TFF için aynı durum söz konusu değil tabii.
Federayon Türkiye'de bir çok olayda siyasilerin yaptığı gibi önce muğlak bi karar alalaım, bi izleyelim, sonra tepkilere göre bir şeyler yaparız niyetiyle de bu açıklamayı yapmış olabilir. Fenerbahçe taraftarının gazını almak için de yapmış olabilir. Zor bir karar ve şu anda yargılama devam ettiği için küme düşürme gibi bir karar almamaları çok da doğal. Ancak hangi akla hizmet konuyla ilgili soruşturma başlatmadıklarını ve yine hangi akla hizmet (Digii, Digii, Digiii...) liglerin planlandığı gibi başlayacağını söylediklerini anlayamıyorum.
Diyelim ki ligler başladı 6 hafta oynandı ve gelişmelere göre 4 takımın düşürülmesi kararı alındı, o zaman 2 senesi yanacak o takımların ve yayıncı kuruluşun (Bu da demektir ki yayıncı kuruluş ve kulüpler bu işten yırtacaklarını düşünüyorlar). Alttan çıkamayanlar tazminat davası açacak, üstten düşenler ayrı sızlanacak, Avrupa kupalarından takımlarımız çekilecek, yabancı oyuncular gelmek istemeyecek vs. vs.
Peki bunları federasyon ve diğer takımlar bilmiyor mu? O zamna ya şikecilere daha ağır bir darbe vurmak istiyorlar, ya da müşterilerini daha çok yolmak istiyorlar.
"Hele bi ligler başlamadan 2 yıl taahhütlü decoderleri bi satalım da!" hesaaabı. Yakında su parasına LigTV reklamları dönmeye başlar emin olun.

Şu süreçte önce bizim futbolumuzu aklamamız lazım. Bugün 20-30 milyon euro için bu duruma seyirci kalan namuslu!?! kulüpler, şaibeli bir ortamda bu gelir kaynaklarını çok daha fazla sürdürebilecekleri yanılsamasından kurtulmalıdır.

Yayın gelirlerimiz elden gidecek diye bu karara çanak tutan kulüplerin ne farkı var şike yapanlardan teşvik verenlerden? Rüşvet karşılığı sessiz kalıyor hepsi.

Halbuki tarihi bir fırsat var önlerinde. Bu yılı utanç yılı ilan etsinler hep beraber ve 2011 in bir şampiyonu olmasın Türkiye Liginde. Varsın Digiturk'ten de bu yıl 400 değil 250 alınsın misal durumun vahameti gözetilerek.

Madem tribüne heyecan getirecek diye, bana kupalar kazandıracak diye 20 milyon euroya oyuncu transfer ediyor kulüpler, TFF da 150-200m Euro'ya ligimize "Onur ve Şeref" transfer etsinler.

Bilsinler ki bu transfer pazarlığı ne kadar uzarsa kamunun adaletin sağlandığına inancı da o kadar azalacaktır. Ve eğer ki yayıncı kuruluş korkusundan bunlar yapılamıyorsa bilsinler ki biz gerçek "spor"severler de dekoderlerimizi iade edebiliriz...

7 Temmuz 2011 Perşembe

Birol'un Anısına ve HÜDHF 2003 Mezunlarına

"Hayat garip" cümlesini binlerce kez duymuş, yüzlerce kez de söylemişizdir ancak hakikaten ne kadar garip olduğunu idrak edebilmek için hayatın, “ölüm”e şahit olmamızın gerekmesi çok acı değil mi?
Bir de karmaşası ve telaşesi ver bu garip hayatın. Kafamızı kaldıramadığımzda, yapmamız gereken şeyleri unuttuğumuzda, sevdiklerimizi arayıp sormadığımızda en kolay mazeret olarak sığındığımız telaşe. Yaşam kavgası işte. Kaçımız nasıl olduğumuz sorulunca, “ sürünüyoruz işte” demiyor. Ya da “bildiğin gibi” bir de “nasıl olsun, idare eder” var. Ulan ne idare eder! Ne sürünüyosun! Yaşıyosun be işte. Ötesi var mı? Hem de milyonlarcasından daha güzel yaşıyosun.
Yaşamak… Hayatın rutini içinde, bir ay çalışıp aldığın maaş gibi hakkın sanıyorsun değil mi? Değil işte. Biri gelip alıyor elinden. Kımıldayamıyorsun. Hani paranı çalsalar, ortalığı ayağa kaldırırsın. Nefesini çalıyorlar, kılın kıpırdamıyor. Yığılıyorsun. Arayamıyorsun hakkını.
“Daha yaşayacaktım ben!” diyemiyorsun…
Dedim ya hayat garip. Garipliğini de en iyi ölüm anlatıyor.
Bir gün bir haber alıyorsun. “Kaybettik” diyorlar. Sanki iyice ararsan bulabilecekmişsin gibi. “Kaybettik”.
Aynı kaptan yemek yediğin, aynı bardaktan su içtiğin, yan yana odalarda uyuduğun ama beş senedir görmediğin adam için diyorlar. Ne kadar sevsen de, daha yakın arkadaşlarından neler yaptığını, nasıl olduğunu öğrensen de beş senedir telefonda bile sesini duymadığın adam.
Hasta deseler iş-güç diyip ziyaretine günler sonra gideceğin adam ölünce koşa koşa son vazifeni yapmaya gidiyorsun. Buluşuyorsun ortak arkadaşlarınla, çıkıyorsun yola ve tatile gider gibi lakırdılarla bitiyor yol. Sanki cenazeye değil de çayını içmeye gidiyorsun arkadaşının. Öldüğünü hissetmiyorsun…
Taa ki, caminin yanına park edip, yakalara ilişmiş fotoğrafını görünceye kadar. O zaman birinci düğüm gelip tıkıyor boğazını. Sıkıyorsun kendini. Mezarına iki avuç toprak atıyorsun ikinci düğüm geliyor yumruk oluyor boğazında. Biraz daha sıkıyorsun.
Son vazifen, beş senedir bir çayını içmediğin adamın mezarına iki avuç toprak atmak oluyor.
Sonra biri “ Bu yaşta ölünür mü be!” diyor. Daha fazla sıkamıyorsun. Yavaşça süzülen yaşlar yerini hıçkırıklara bırakıyor. Aslında ölene ağlamıyorsun. Yaşarken yapmadıklarına ağlıyorsun asıl.
Etrafında kalan dostlarına bakıyorsun sonra, çok sevdiğin yine de yılda bir olsun görmediğin, göremediğin. Bi sonraki buluşmamız için aramızdan başka birinin cenazesi mi olması lazım. Ayılın millet başlarım hayatın kargaşasından, telaşesinden, geçim kavgasından. Silkinin artık. Arayın arkadaşlarınızı. Görüşün sık sık.
Birol pisi pisine gitmiş olmasın. Çaksın kafamıza bu vurdumduymazlığımızı. Ben daha başka birinizi de sesini hatırlamadan kaybetmek istemiyorum. Bundan sonra yılda bir olsun toplanalım be. Başlarım tatiline, denizine. Her yıl haziran sonu veya temmuz başı yapalım bi organizsayon. Hem Birol’u analım hem birbirimizi görelim. Bu da ilk kaybımızdan bize yadigar kalsın.
Hepimizi bir bir alacak yanına Birol nasılsa. Giderken birbirimizden selam götürebilelim hiç olmazsa.
Bınları niye mi yazdım? Dedim ya en başta hayat garip. Biniyorsun arabaya ve hepsi bitiyor dönüş yolunda. Bugün küfürler savurduğun hayat düzeni ertesi gün aynen devam ediyor. O telaşe bokuna köle oluyorsun üç gün sonra da. Unutuyorsun kafandan geçenleri ve kendi kendine verdiğin sözleri.
İşte artık unutmak istemediğim için yazdım aslında. O yüzden internet üzerine de astım. Ne zaman bir şeyleri ertelesem okuyup aynı Birol’u kaybettiğimizdeki gibi hissedebilmek için yazdım. Unutmıyayım ki başka birinizin üzerine atarken iki avuç toprağı, sesiniz, yüzünüz gözümün önüne gelebilsin diye yazdım.
Mekanın cennet olsun Birol…

3 Temmuz 2011 Pazar

Ara Vermek ve Isınma Turlarına Başlamak...


Çoğu kişinin farkında bile olmadığı üzere bir süredir yazmıyordum. Bunların başında biraz hevesimi almış olmam, daha çok da Galatasaray'ın içinde bulunduğu vahim durum ve yaklaşmakta olan doktora tezim sayılabilir.
Basketbol takımımızın oynadığı final beni dürtmüş olsa da, basketbolu yorumlayacak kadar birikime sahip olmamam da buna engel oldu.
Yazmayı bıraktım ama okumayı bırakmadım, yazanların eline emeğine sağlık diyip bir selam gönderelim buradan.
Ufak bir-iki paragrafla düz koşulara başlıyayım dedim de bugün, takımla idmanlara ne zaman çıkarız, topla çalışmaya ne zaman başlarız bilinmez.
Gündeme bir çok olay geldi. F.Terim'in geri dönüşü, Neill'ı gönderip Ujfalusi'ye bonservis ödemek, kaleci çıkmazı. En karışığı da bu sabah olanlar, şike soruşturması vs. Onu sonra ele alalım, asıl şu an kimse farkında olmasa da bayan basketbol milli takımımız aka. Potanın Perileri Rusya ile final maçına çıkacaklar. Gönül ister şampiyon olsunlar kupayı getirsinler. Gerçi kesin kaynayacak bu şike kaosunda ama biz seviniriz kendimizce.
NOT: Erkek milli takımına da bulsalar ya bişeyler, potanın perileri, filenin sultanları vs. yakışıyo valla.
NOT2: Bu arada artık ballattachment bloga mobil cihazlarınızla da gayet net ulaşabileceksiniz. Hadi yine iyisiniz :))