23 Ağustos 2010 Pazartesi

Yine Rijkaard


Bu adamı seviyorum işte. Bazen ufak tefek 1-2 seçimini eleştirsemde seviyorum. Duruşunu, her yerden fışkıran futbol zekasını, karizmasını, profesyonelliğini ve karşısındakilerin de profesyonel olduğunu düşünmesini, röportaj sırasında gelen saçma sapan soruları cevapladıktan sonra tercüme edilirken sağa sola bakıp durmasını, özellikle organize ataklarla gelen gollerden sonra çocuk gibi sevinmesini seviyorum. Gitmesini de istemiyorum.

2 sene başarı gelmedi diye 2 senelik emeğimizi çöpe atarsak, önümüzdeki yıl şampiyon olup 2 sene daha ağlamak müstehaktır bize. İyi bir kadro kurarak ya da bu kadronun en verimli şekilde kullanılacağı taktikle belki bu sene şampiyon oluruz ama bir sistem kurmayı (eğer) başarabilirsek senelerce şampiyon oluruz, Avrupa'da yeniden kupa alabiliriz. Bir futbol ekolü yaratabiliriz. Bu ihtimal için bile çıkılan yolda devam edilmeli. O bizi bırakmadıkça arkasında durulmalı.

Rijkaard hakkında müthiş bir yazı yayınlamış borges, yazının tamamı şurada. Ama son bir paragrafı var ki, okuduğum en iyi Rijkaard analizi. Şöyle diyor:

Rijkaard'ın yaptığı çok güzel '1' yemek var. Onu yapmak içim buraya geldi. Malzemelerini yanında getirmeyi düşünmeyip 'Tuz filan vardır orda yaa' bakış açısıyla mutfağa girdi. Mutfak zengin ama istedikleri yok.. Evin sahibi her seferinde elinde başka bir şeyle geliyor ama istediği yok ve aynı zamanda her şey dağınık biçimde yerleştirilmiş, kaos hüküm sürüyor. Bizim temizlikçi kadın oradan on tane atıştırmalık yemek çıkarır lakin misafirler o duyduğu yemeğin kokusunu alıp muhteşem bir yemek beklentisi içerisinde.. Birileri ona 'Gerekli' malzemeleri sağlayıp mutfağa şekil vermediği zaman olmayacak.. Her şey o çok iyi yapabildiği ünlü yemeğinyapılacağı mutfağın düzenine ve malzemelere bağlı.. bekliyoruz..

Durum bu..

22 Ağustos 2010 Pazar

Dibe bi Vursak da Seksek Artık : Galatsaray 0 - 2 Bursaspor



Bu akşam maçı yerinde izleyerek kahroldum. Sarp-Ayhan-Barış ortasahasının ne kadar yetersiz olduğu TV'den bu kadar belli olmuyormuş bunu anladım. Galatasaray savunması sanıldığı kadar kötü değil. Hücum hattı bir derece daha iyi, orta saha ise bitik durumda. Sorun koşmamaları, mücade etmeleri değil, sadece ama sadece koşmaları, ancak malesef onda da saçma sapan yerlere koşmaları.

Söylenecek o kadar çok şey var ki. Maç öncesi atmosfer oldukça iyiydi, takım da oyuna gayet iyi başladı, sağlı sollu gelerek Bursaspor üzerinde baskı kurmaya başladılar ancak Volkan'ın cılız ortasında ceza sahası içinde Ergiç'in 3mt. yakınında kimsenin olmaması ne Ali Turan'ın, ne Neill'ın ne Servet'in hatasıdır. Barış'ın mal gibi sağdan gelen ortanın nereye gideceğini izlemesidir, Arda'nın eli belinde ortayı izleyerek ceza sahasına yalandan koşmasıdır. O orta oraya direk düşse Barış koşacak ama orta kaleye doğru gidince bırakıyo malesef.

Öncelikle şunu söyleyelim Galatasaray 4-3-3 oynamadı bu akşam, diziliş daha çok 4-1-4-1 bazen de 4-2-3-1 şeklinde oldu. Galatasaray orta sahası o kadar kaçak oynadılar ki, defans devamlı enine oynamak durumunda kaldı. Hücuma da her defasında mehter takımı gibi çıktık. Top Servetteyken Ayhan gidip rakibin arkasına saklanıyor, Barış gidip öbür tarafta saklanıyor, o top bakıyorlar bir şekilde Kewell ve Arda'ya ulaşmaz ise o zaman Ayhan Servet'in yanına kadar gelip topu alıyor ve Neill'a bırakıyor. Topu rakip sahaya dikine mesafe kat edecek şekilde oynayamıyoruz. Hadi Ayhan yaşlı olduğundan enerjisini ekonomik kullanıp rakibin arkasına saklanıyor diyelim, Barış ne yapıyor o belli değil. Böyle bir orta sahanız varken savunmanızın geriden topu düzgün kullanma şansı yok.

Bütün maç boyu bu konuda söylenirken maçı beraber izlediğimiz eşim ve kardeşim niye Rijkaard öğretmiyor diye sordular. Daha bu yaştan sonra Rijkaard alacak bunları sıfırdan futbol anlatacak, işi bu mu adamın ya, 20 yaşında adam olsa anlatır, kaldı ki şu postta bahsettiğimiz ve Barış'ın ağzından dinlediğimiz üzere Rijkaard anlatıyor ama dinleyen yok. Mal gibi bi o tarafa bi bu tarafa koş, tribünleri kandır, top senin takımındayken toptan kaç, sorumluluk alma, ileri kat etme, sonra da ben niye ilk 11 oyuncusu olamıyorum diye ağla.

Deniyor ya Galatasaray ruhu diye, o ruh bu takımın altyapısından çıkan, her fırsatta Galatasaraylılığı kimseye bırakmayan kaptanında yok malesef. Ne varsa Neill, Kewell ve Baros'ta var. Hakeme rakibe isyan, ısırma, zorlama onlarda. Koşma mücadele etme onlarda, bunları yaparken hemen hemen ayaklarına aldıkları her topu akıllıca kullanmak/kullanmaya çalışmak onlarda, oynamayı sevmediği sağ kanada koyulunca eli belinde gezmek, hiç ileri kat etmemek, arkadaşlarını rahatlatmak adına pas almak için boşa çıkmamak bizimkilerde. Haa bir de yabancılar çok para alıyor diye ağlamak da bizimkilerde!!!

Aslında Rijkaard lige alıştığını ve rakiblere göre çalıştığını belli ediyor. Rakibin etkinliğini azaltacak şekilde sahadaydı takım. Ali Turan'ın yavaşlığını,ve rakip bekin o kanata destek vermesini dolayısıyla o kanadın koridor olmasını önüne Arda Turan'ı yerleştirerek engellemişti. Ali Turan'a da madem yetişemiyorsun topu aldıklarında sırtlarına çök, geçecek olurlarsa bellerine dolanıp indir demiş ki akıllıca. Savunma kaleden uzakta kuruldu, her ne kadar hücum etkinliği çok yüksek olamasa da sağlı sollu ortalarla rakip kaleyi bunalttılar.

Ancak bu orta saha ile kanatlardan gol bulamadığımız takdirde ortadan yüklenme ve varyasyon yaratma şansımız sıfır. Hadi Sarp-Ayhan-Barış kapasitesiz diyelim, Arda'nın neden böyle oynadığını anlamak zor. Rijkaard'ı sabote etti deseler inanırım. Sağ kanattayım diye kapris yaptı resmen. İkinci yarı kanattan 1 kez bindirme yapmadı, her topu ayağına bekledi, başkaları bindirse de önüne atsam diye durdu. Şaka değil durdu.

Bursaspora gelecek olursak da, asla şampiyon bir takım gibi oynamadı. İBB, Beşiktaşa nasıl oynadıysa şampiyon Bursaspor da Galatasaray'a öyle oynadı. İşin komiği sanki geçen yılki şampiyonluk maçında gibi 1-0 ı yakaladıktan sonra 70 dakika boyunca oyunu soğuttular, yatıp kalkmadılar, yanlarından geçenin rüzgarından yere düştüler. Ne düşündüler bilemiycem ama bu kafayla 5. büyük olma şansları yok. Son hafta falan anlarım, son 20 dk anlarım ama bunu anlamam. Misal 20-30 yıldır şampiyonluk görmeyen Trabzonspor'da bunu göremezsiniz. FB,BJK,GS'da da göremezsiniz. Kontraatak oynaması bir derece kabul edilebilir ama 70-80 dk. boyu oyunu soğutmaya çalışmak, kornerlerden bunalınca kalecinin yere yatması, oyunu durdurmak için kale sahasına topu koymadan kale vuruşu kullanmak falan küçültür sizi.

Tek tesellim, tribünler hala daha Rijkaard'ın kellesini istemiyor. Basındaki bu kadar saçma eleştirilere rağmen hala bir farkındalık var gibi. İstenen kelle Adnan Polat'ın bile değil Adnan Sezgin'in kellesi. Umarım bu farkındalık devam eder de bu hikaye tatsız bir şekilde bitmez. Rijkaard'la yollar ayrılacak bile olsa-gönül isterki daha uzun yıllar kalsın- (ki şüpheleniyorum Rijkaard'ın maliyeti fazla diye istifaya zorladıklarından)bu medeni bir şekilde olmalı ki kaliteli hocalarla anlaşmak için saçma sapan şartlar sunmak zorunda kalmayalım.

Mabet...



Ali Sami Yen'de en son hangi lig maçını izlediğimi bile hatırlayamadım şu an, parçalar kopuk biraz. Geçen seneyi sadece Levadia Talinn maçı ile kapamıştık, bu sene Bursaspor maçı ile açılışı yapıyorum. İnşallah futbola küstürmezlerse beni bu sene 3-5 maç izlerim. Üzerimizde parçalı, dişli bir rakip, öyle ya da böyle kazanılması gereken bir maç, ve yıllardır Sami Yen'de beraberlik bile tatmayan bir çift göz.
Bakalım gece neler not düşeceğiz...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Ölümü Görüp Sıtmaya Razı Olmak : Galatasaray 2 - 2 Karpaty Lviv



Civardaki mekanlarda ayrı ayrı receiverlar olmadığından maçları dönüşümlü izledim. Sadece Baros'un ilk golünü (Bir de PAOK'un golünü) izleyebildim. Çok da bu maç üzerine konuşmak istemiyorum zaten. İlk yarıdaki saçma sapan futbola mı yanayım, ikinci yarıda bir şekilde baskıyı kurup en azından maça net bir şekilde asıldığımıza mı sevineyim bilemedim.

2-2 iyi bir skor değil ama zaten GS oynamaya karar verirse orada galip gelip turu atlar, yok zaten ölü gibi oynayacaksak rakip daha zayıf olsa da tur gider. Bizim sorunumuz daha büyük malesef. Her şeyi YARIM yapıyoruz biz. Rijkaard gibi hoca getiriyoruz, muhtemelen transfer garantisi falan da vermişizdir, adamın istediği topçuları almıyoruz. Yıldız oyuncu alıyoruz, saçma sapan bir sağlık kuruluyla adamların futbol hayatına kastediyoruz vs. Sözüm ona ekonomi yapıyoruz. Şampiyonlar Ligi kaçmış, milyon eurolar uçmuş ya ekonomi yapmak lazım. Bu yaptığınız ekonomiyle seneye yine kaçacak ŞL o zaman ne yapacaksınız?

Aslında çok iyi giden şeyler var. Şirketlerin birleşmesi, stadın hemen hemen hazır olması, altyapıdan itibaren bir yapılanmaya girilmesi, takımın başına çok önemli bir adamın getirilmesi vs. Ancak başarısızlık geldiğinde bu sistem toptan yıkılacak, muhtemelen adam harcayıcılar tepkiyi azaltmak için takımın başına taraftarın kızamayacağı, kendilerine kalkan olacak birini getirecekler, bu kadar emek ve 2-3 yılımız çöpe gitmiş olacak.

Lige bu şekilde başlamış olmak o kadar da rahatsız edici değil aslında. Geçen seneye dönecek olursak erken Avrupa macerasına başlamak zorunda kalmak bize erken form tutturmuştu, böylece ligde ilk 8 hafta üst düzey performans sergilemiştik. Bu sene BJK için söylenenler geçen sene GS için söyleniyordu, Quaresma için söylenenler ise Keita için. Sonuçta ligin sonunda erken formdan düştük ve 2. bile olamadık. Bu bakış açısıyla şu anda form tutamamış olmayı önemsemiyorum ancak Avrupa arenasında erken havlu atmak, ve çok olası bir Bursaspor, Eskişehir kayıpları Rijkaard'ın sonu olabilir ki bu açıdan sadece biraz daha şanslı olsun bu takım diye dua edicem artık yatmadan.

Bir kaç haftayı minimum kayıpla atlatırsak muhakkak düzlüğe çıkarız, ancak bu akşamki gibi tam maçı döndürebileceğimiz sırada direkten dönen toplar, kıça başa çarpıp girmeyen toplar vs. bizim alehimize çalışmaya devam ederse o düzlük çoo...k uzaklaşır. Bize de Rijkaard'ı Milan'ın, Inter'in vs başında izlemek düşer.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Erkekler Neden Futbol Anılarını Unutmaz?

Prekazi bir maç yorumladı, herkesin dilinde. Maçı sesi kısık izlemek durumunda olduğuma bir kez daha hayıflanıyorum şimdi. Bu sene LigTv ye yorumcu olsun diyeninden, altyapıda Tugay'la beraber çalışsın diyenine bir sürü yorumcu/blogger mevcut.

Ne mutlu bana ki 30 senelik ömrümde Tanju, Simoviç, Prekazi, Uğur, Hagi vb. efsanevi oyuncuları ama televizyondan ama tribünden izleme şansına eriştim. Rövanşı canlı yayınlanmayan efsanevi 5-0 lık Neuchatel Xamax maçının 2. yarısına koşarak yetişmiş, okul çantamı fırlattığım gibi TV'nin başına geçmiş, heyecandan 45dk. ayakta izlemiştim. O dönemdeki lig maçlarını pek hatırlayamasamda Rapid maçından itibaren avrupa maçları hafızamda kazılı. İlk Monaco maçında Prekazi'nin ortasına kafasını koyan Tanju, ikinci maçta güya tarafsız sahada Prekazi'nin inanılmaz frikiği, Hagi'nin A.Bilbao maçında bizi zıplatması hep hatırımızda. Neden böyle olduğunu ben de bilmiyordum ki Tuna Kiremitçi anlatmış. O yazınca , hakikaten be diyesim geldi.


Bir Prekazi romantizmi


OFK-Galatasaray maçını Prekazi’yle izledik. Maçın yorumcusu Cevat Prekazi olunca içmeden güzelleştik.


Bizim Prekazi’nin lakabı saçını yıllarca Cevat Prekazi modeli kestirmesinden geliyor, hatırlatayım.
İnsan niye futbol sever? Çünkü her şey değişirken futbol aynı kalır. Sabit kalan her şey gibi, çocukluğu hatırlatır.
Hayat bizi nereye savurursa savursun, yeşil sahayı gördüğümüzde babamızla maça giden o ufaklık oluruz.
Erkeklerin o garip maç hafızası da bundan doğar zaten. Çünkü onlar maç değildir aslında, hayatın mihenkleridir.
Saçının ense kısmını uzatmış adam topa otuz metreden öyle bir vurur ki, gayrı ne Monaco prensi Albert unutabilir ne de siz.
O gol aynı zamanda rahmetli babanızla daldığınız sokak kutlamaları, geç döndüğünüzde annenizin surat yapması, evdeki bayrağın üstüne gazlı kalemle yazdığınız “Cimbom yarı finalde!” yazısıdır.
¡ ¡ ¡
“Dur ey zaman, ne güzelsin!” demiş ya Goethe, biz de bağırmak isteriz, Ettori’nin koruduğu kaleye giden topa: “Dur yahu, ne güzelsin!”.
Ama kerata bizi dinlemez, gidip o kaleye girer. Açar kollarını Cevat Prekazi, uçar gibi yaparak koşar. Sonra yıllar geçer, bazı şeyler girer araya ve başlarsınız takımınızdan ayrı düz koşuya.
On dört yıl şampiyonluk görmemiş, müzesinde UEFA Kupası falan olmayan o takım yoktur artık. Ruhu bile okunmamaktadır.
Ama bir gün, tırışka bir Avrupa Ligi maçında yorumcu kılığında çıkar karşınıza. Hemen sandığı açıp o bayrağı çıkarmak, koklamak istersiniz.
Yarı finali bayrağın sarı kısmına bir zamanlar heyecandan titreyen ellerle yazan çünkü sizin ruhunuzdur.
Açıp kollarını orta sahaya doğru koşmak isteyen çocuk ruhunuz.

6 Ağustos 2010 Cuma

Talihsizlik




Bu eşleşme Liverpool için büyük talihsizlik

Liverpool eşleşmesinden sonra Serdar Bali'nin Radyospor'a verdiği röportajdan alıntı.

Hay yaşa...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Basın


İlk maç GS pozisyonları gole çevirememiş rakip 3 atakta 2 gol bulmuş, bu maç GS bulduğunu atmış, OFK ilk maça oranla daha fazla pozisyona girmesine rağmen atamamış,iki maçta da hemen hemen aynı tablo,

skor 2-2, maç sonunda basın toplantısında sorulan soru:
Tur tehlikeye girdi, elenirseniz tarihe geçeceksiniz, yorumunuz nedir?

skor 1-5, maç sonunda basın toplantısında sorulan soru:
UEFA kupasında GS yarı finaş, final oynayacak diyebilirmiyiz, ne düşünüyorsunuz?

Yuh ama size...

Transferinize Tüküreyim!



Arkadaş iki yılda iki adım ileriye gidin ya! Aslında başlıkta tükürmekten başka ifadeler kullanmıştım ama terbiyesizliğin lüzumu yok.

Ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa bu yönetim 2 sene önce S.Bükreş maçı öncesi Baros transferini açıklayıp o gün oynayacak forvetin (Nonda idi yanlış hatırlamıyorsam) aklını başından almaya yeltenmemiş miydi? Ve o gün biz elenmemiş miydik?

Şimdi yarın Avrupa'da tamam/devam maçını oynayacağız ve 3 tane transfer neredeyse kesin olarak internete düşüyor. Yarın maç öncesi resmi siteden de duyursunlar tam olsun. Sonra da M.Sarp oynamadı, Allah belasını versin dersiniz. Ulan adamın yerine oyuncu aldığınızı açıkladığınız gün adam nasıl çıkıp top oynasın, M.Batdal'ın nasıl ayağı titremesin.

Daha önce bunu FB ile dalga geçmek için yazmıştım şimdi bizim yönetime söylüyorum

"EŞEK BİLE AYNI ÇUKURA İKİ KERE DÜŞMEZMİŞ"

foto FCN Blog' dan

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Bu Kötü Oldu İşte : Fenerbahçe 0 - 1 Young Boys



Maçı izlemedim sadece özet görüntüleri izledim, bir de M.Demirkol ve Rıdvan'ı dinledim (TV'ye bakmıyordum o sırada), görünen o ki FB sahada pek bir şey yapamamış. Açıkçası bu durum beni korkutuyor, 2 açıdan.

Birincisi, her konuda sidik yarıştırdığımız ezeli rakibimizin kötü olması rekabet ortamını yok ettiğinden bizim kulüp " Amaan nasılsa FB de kötü gidiyo" diye salıyor işin ucunu. Lig de de bunu gördük, onlar puan kaybettti, biz de kaybettik. Son iki senedir şampiyon olamamak her iki tarafa da o kadar koymadı çünkü 17-17 eşitlik devam ediyor. Transferde yavaşlar çünkü ezeli rakip bomba patlatmadı. Sözün özü bu maç yarın için beni ürkütür, ancak bizimkiler işi daha sıkı tutmalı, unutulmaması gereken şey FB elendi UEFA'ya geliyor, biz elenirsek ise Edirne'nin bu yakasına geleceğiz

İkincisi, Aziz Yıldırım bu mağlubiyetin altında kalmaz, muhakkak bunu unutturacak bir dünya yıldızını kadrosuna katar. Yarın, en geç öbür gün Gyan tamamdır, arkasından da Ronaldinho'yu bekliyorum. Bir musibet bin nasihatten iyidir misali, takımı adam etmek için ellerinden geleni ardlarına koymazlar artık.

Bu iki madde birbiriyle çelişiyormuş gibi dursa da, aslında öyle değil. Benim istediğim onlar başarısız olsun ama biz o sıra salmayalım, yaldır yaldır koşup arayı açalım :)

Neyse, biz Önce OFK Beograd'ı bir geçelim de...